21 Şubat 2009 Cumartesi

Bir saat müşahadesi Ehl-i Cennet'e, Cennet'i unutturan nasıl bir güzelliktir.

Evet koca Cennet bütün hüsn ü cemaliyle bir cilvesi bulunan
ve bir saat müşahedesi ehl-i Cennet'e, Cennet'i unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti
ve şebihi
ve naziri
ve misli olamaz.
Malûmdur ki; herşeyin hüsnü, kendine göredir, hem binler tarzda bulunur
ve nevilerin ihtilafı gibi güzellikleri de ayrı ayrıdır.
Meselâ; göz ile hissedilen bir güzellik, kulak ile hissedilen bir hüsün bir olmaması
ve
akıl ile fehmedilen bir hüsn-ü aklî, ağız ile zevkedilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı gibi..
kalb, ruh vesair zahirî
ve bâtınî duyguların istihsan ettikleri
ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir.
Meselâ:
İmanın güzelliği
ve
hakikatın güzelliği
ve
nurun hüsnü
ve
çiçeğin hüsnü
ve
ruhun cemali
ve
suretin cemali
ve
şefkatin güzelliği
ve
adaletin güzelliği
ve
merhametin hüsnü
ve
hikmetin hüsnü
ayrı ayrı oldukları gibi,
Cemil-i Zülcelal'in nihayet derecede güzel olan esma-i hüsnasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan
,
mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.


Eğer Cemil-i Zülcelal'in esmasındaki hüsünlerin mevcudat âyinelerinde bir cilvesini müşahede etmek istersen, zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temaşa edecek bir geniş, hayalî göz ile bak

ve hem bil ki: Rahmaniyet, rahîmiyet, hakîmiyet, âdiliyet gibi tabirler, Cenab-ı Hakk'ın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe'nlerine işaret ederler.
(Şualar - 77)

Çay tiryakileri kardeşin blogunda gördüğüm bir yazı
'' Uyku girmez gözüne yâri güzel olanın '' dikkatimi çekti.

Sonra düşündüm nasılda uyuyorum geceleri dedim aşk-ı mecaziden aşk-ı hakikiye geçememişim eyvah bana!Sonra yunus emre abinin sözleri aklıma geldi demiş;

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni


ta o zamanlar işin sırrını çözmüş biz halen yaya gidiyoruz.


Fıtratımdaki aşk-ı mecazî,
bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medar-ı teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim.
Dedi: "Beni oku ve dikkatle manama bak!" Ben de Sure-i Nur'daki اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ ilâ âhir... âyetinin

rasathanesine girip imanın dûrbîniyle bu Âyet-i Hasbiye'nin en uzak tabakalarına
ve şuur-u imanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm:
Nasılki âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hattâ kabarcıklar;
Güneş ziyasının gizli
ve çeşit çeşit cemalini
ve o ziyanın elvan-ı seb'a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar
ve teceddüd
ve taharrükleriyle
ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle
ve inkisaratlarıyla o cemal
ve o güzellikleri tazeleştiriyorlar
ve inkisaratlarıyla Güneş'in ve ziyasının
ve elvan-ı seb'asının gizli güzelliklerini güzel izhar ediyorlar.
Aynen öyle de: Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemil-i Zülcelal'in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel esma-i hüsnasının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerinin tazelenmesi için bu güzel masnu'lar, bu tatlı mahluklar, bu cemalli mevcudat, hiç durmayarak gelip gidiyorlar;
kendilerinde görünen güzellikler ve cemaller,

kendilerinin malı olmadığını
,
belki tezahür etmek isteyen sermedî
ve mukaddes bir cemalin
ve daimî tecelli eden
ve görünmek isteyen mücerred
ve münezzeh bir hüsnün işaretleri
ve alâmetleri
ve lem'aları
ve cilveleri olduğunun pek çok kuvvetli delilleri Risale-i Nur'da tafsilen izah edilmiş.

(Lem'alar - 257)


Böyle sermedi bir güzelliğe lakayd kalmak, dünyayı tercih etmek......Yorumsuz kalmak...



3 yorum:

Zehra Fındıklı dedi ki...

Bütün kâinatın mayası aşktır.

İlâhî aşkın şarabıyla zerrelerden yıldızlara kadar herşey istidadına göre kendinden geçmiştir.

Aşkın ateşiyledir ki, Ezelî Güneş'e doğrudan aynalık yapan, Ona her hal ve şartta yönelebilen "reşha"nın içindeki katılıklar yanar, ziya ile nura döner.

Aşığım ben; varlığa... hayata... bekaya... kemale... cemale... aşığım.

Benliğimden soyunduğumda, imanın şuurunu giyindiğimde anlarım ki, aşkım aslında Onun isimlerinedir, Onadır.

Onun bekasına, Onun kemaline ve cemalinedir.

Zira hakikî beka Onundur; eksiksiz kemal Onundur ve kusursuz ebedî cemal Onundur.

Aşkım Onun cemaline, kemaline bir delildir.

Aşkım ve muhabbetim marifetimdir, kulluğumdur...

Aşkı hikmetle anlamayanlara, şefkatle sevmeyenlere aşkolsun!

nurhanali dedi ki...

Maaşallah yorumunuz çok güzel;

net gibi yerlerin dahi bir medrese-i nuriye hükmüne geçmesi
(ve Risale-i Nur'un sadık şakirdleri hârikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri, bizleri belki Anadolu'yu belki Âlem-i İslâm'ı mesrur ve müferrah eden bir hakikatlı haber telakki ediyoruz.)
(Kastamonu Lahikası - 107)

Teşekkür ederim maasselam

Adsız dedi ki...

Evet, böyle bir aşk öyle bir cemâle bakar, iktiza eder ve öyle bir muhabbet böyle bir hüsün ister. Belki bütün mevcudatta lisan-ı hal ve lisan-ı kâl ile edilen umum hamd ve senâlar, o ezelî hüsne bakıyor, gidiyor. Belki Şems-i Tebrizî gibi bir kısım âşıkların nazarında, bütün kâinatta bulunan umum incizaplar, cezbeler, câzibeler, câzibedar hakikatler, ezelî ve ebedî bir hakikat-ı câzibedara işaretlerdir. Ve ecramı ve mevcudâtı Mevlevî-misâl pervane gibi raks ve semaa kaldıran cezbedarâne harekât ve deveran, o hakikat-ı câzibedarın cemâl-i kudsîsinin hükümdârâne tezahüratı karşısında âşıkane ve vazifedarâne bir mukabeledir

Hakkımda

Fotoğrafım
taht-el Arz, bir menzil
Hem ben, madem bu asırda maddeten ve manen münferid yaşamağa ve hayat-ı içtimaiyeden çekilmeğe mecbur olmuşum; elbette hakkım yoktur ki, hayat-ı içtimaiyeyi geçirenler içinde tarihe binip istikbaldekilere görüneyim. (Emirdağ Lah.)